28 Şubat 2012 Salı

              RÜCU

Sen benim gözümde bir rivayettin
İlk değil alçağı yüksek görüşüm
Sanma ki sen bana ihanet ettin
O senin aslına rücu edişin 

Gün olur kediye düldül derim ben
Gün olur baykuşa bülbül derim ben
Tedirgin etse de gerçek ötüşün
O senin aslına rücu edişin 

Caymadım cüceyi yüce görmekten
Caymadım cahile cüret vermekten
Gözümden düşse de hal ve gidişin 
O senin aslına rücu edişin 

İlk defa  vurmadım başımı taşa
Yana yakıla geldim bu yaşa
Sanma ki sen beni aldattın haşa
Çoktandır başladı bende bitişin
O senin aslına rücu edişin 

Kahrını çektiysem vardır bir neden
Sensin bu duyguyu bende üreten
Gübredir toprağı verimli eden
Kim kimi kullanmış şöyle düşün
O senin aslına rücu edişin 

Oyun bitti bu son perde son gala
Güçlü olsan başarırdın pekala
Aslan rolü yakışmıyor çakala
Bırak da kendine gelsin gidişin
O senin aslına rücu edişin 

Cemal Safi


26 Şubat 2012 Pazar

Eşitlik arayışı mı?Egemenlik kurma çabası mı?

"Masum değiliz hiçbirimiz." demiş Sezen Aksu.

Doğru da söylemiş.Hem erkek hem kadın,suçluyuz!O da yetmezmiş gibi birbirimizi suçlama yarışı dur durak bilmeden devam ediyor.Genelde suçlayan taraf  haklı gibi göründüğü için diğer tarafta altta kalmamak için o da suçlamaya başlar ve bu durum gittikçe kısır döngüye doğru yol alır.Bu olayın temel nedenlerinden birisi de kadın ve erkek arasındaki "mutlak eşitlik" anlayışıdır.


Bir şirketi batmasını garanti etmenin yolu,iki ortağa % 50 hisse vermektir.Burda sorun % 51 in kimde olduğu, kimin yönettiği değil ama bazı arkadaşlar bunu okurken ne demek istiyorsun yani %51 erkek %49 kadın mı olsun diye düşünme gereği duymasın diye özellikle %51 oranı  kadın da erkekte olabilir diyerek durumu izah edeyim.Dikkat çekmek istediğim nokta: bazen mutlak eşitlikte çözüm değil hele ki  konu birbirinin tamamlayıcısı olan "kadın-erkek" söz konusu olduğunda.
Sanırım her ilişkide 1 kerede olsa yaşanan bir durum:)
Eşitlik demişken feminizme değinmeden olmaz diye düşündüm.Fransızca kökenli bir kelime olan Feminizm nedir diye biraz karıştırdığımda sözlükleri "Feminizm, kadınların erkeklerin sahip oldukları bütün haklara sahip olmasını ve kadınların hukukta sosyal haklara erkeklere eşit sayılmasını hedefleyen bir düşünce sistemidir.(S.Hayri Bolay,Felsefi Doktrinler Sözlüğü,106)  Feminizm gerek Hristiyanlık ve Yahudilikte kadının erkeği baştan çıkaran şeytan olarak görmesi gerek Eski Roma ve Yunanlılarda ise  kadın erkek için bir zevk aracı gerekse de islamdan önce cahiliye döneminde kadının insan yerine konmaması bu akımın doğmasına yol açmıştır.Bu açıdan bakıldığında feminizm eşitsizliklerin otokontrolunu sağlıyor.Benim içime sinmeyen tarafa gelecek olursak:Bana göre feministler ikiye ayrılıyor.Bir taraf kadın erkek eşitliğini savunurken diğer taraf ise pozitif ayrımcılığın uygulanmasını istiyor.Kadına pozitif ayrımcılığı savunanlar,kadın merkezli bir toplumun daha da iyi bir insani toplum olacağını savunmaktadır.Ama durum göründüğü gibi değil ve bazı feministlerin kadın hakları talebi erkeğe egemen olmaya ve erkekleri ezmeye dönüşmüştür.İktidar olmak çok  tehlikeli bir şeydir çünkü asla doymak bilmezsiniz ve karşı tarafı ezdiğinizi gördükçe "yapmamalıyım" kelimesinin yerini "kesin hakediyordur." cümlesi alır ve hatayı hatayla kapatma yoluna başvurulur.Ve eşitlik için iktidara gelme havası hegemonyaya dönüşür ve eşitsizlik alır başını gider.
Yavaştan söyleyeceklerimi toparlayacak olursam;benim derdim görünürde eşitlik arama adı altında  kadın hakları yerine kendi egolarını tatmin edip egemenlik arayışındaki feministlerle,gerçek anlamda tanımına uygun  şekilde eşitsizliği gidermek için elinden geleni yapan feminist ayrımının farkına değinmekti.Sonuç olarak ise sayın feminist arkadaşlarım size ufak bir önerim: erkeklere düşman gözüyle bakmak yerine haklı olduğunuzu inandırarak,erkekleri yanınıza almaya çalışırsanız; en basiti kadın haklarıyla ilgili bir yürüyüşe katılan ve savunan erkeklerin sayısınında artması inanın daha çok dikkat çekecek ve amaca ulaşmada  etkili olacaktır.
(not:"For Colored Girls" kadınların yaşadığı zorlukları anlatan  bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.)

13 Şubat 2012 Pazartesi

Bir de rakı şişesinde balık olsam...

                        "Bir de rakı şişesinde balık olsam." Orhan Veli

Sanırım Orhan Veli'nin de dediği gibi bir kere aslan sütünün tadını alan o şişenin içinde balıkta olmak ister,kayık olup sonsuza doğru yol almakta...

Geçenlerde bir gazetede okuduğum ufak bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ahmet Rasim'in hikayesidir bu."Yeşilay Derneği'nin bir toplantısında konferansçı sorar,'sevgili dinleyicilerim bir eşeğin önüne bir kova su,bir kova rakı koysanız hangisini içer?' hemen biri cevap verir: 'tabii su.' cevabına yeniden sorar  'neden?'  ve o anda keyif ehli de orada imiş.İkinci cevabı o verir 'eşekliğinden!'.." Rakı masasına renk katan hikayelerden birisidir.

Rakının diğer sevdiğim yanı ise rakıda ayrım yoktur.Şarap iki farklı kesime hitap eder.Ya halk dilinde olan tabiriyle cebinde metalik olmayanlar "it öldüren" şarapları içer ya da fransız şarapları toplumun entellektüel  kesmini temsil eder.Rakı da ise böyle bir şey yoktur.Zengini,fakiri,büyüğü küçüğü aynı masada oturur; yeri gelir kahkahalar birbirine karışır yeri gelir aynı şarkıda farklı hikayeler nağmelere dönüşür.

Çiçek Pasajı


                                                                                    







İSTANBUL VE RAKI...
Bir çok şairin dediği gibi rakı, güneş battıktan sonra içilir.İstanbul ve Rakı denince akla Çiçek pasajı gelir.Ayrı bir havası ve ağırlığı vardır.Burada uzun uzun orayı anlatmayacağım size olaki yolunuz düşerde uğrarsanız İstanbul'a;Çiçek pasajında şişeyi devirmeye beklerim.

Madem rakı ile açtık rakıyı,yine rakı ile kapanışı yapalım.


Kırılası Önyargılar...

Sanırım dünyada kırılması  en zor şey ne deseler "önyargılar" cevabım ilk üçte yer alır.Kırmak zordur çünkü elle tutulur bir şey değildir ki vurup kırasınız.İşin en kötü yanı ise çok sinsidir ve  bir olguyla karşılaşmadıkça da varlığını hiç belli etmez.Peki önyargısız insan var mıdır?

İlk olarak önyargı olayını herkesin az ya da çok yaşadığını  düşünüyorum en azından hayatımda hiçbir olaya karşı önyargı beslemeyen birine denk gelmedim diyerek istisnaları aradan çıkartayım.Geçen günlerde okuduğum bir yazıdakı  örnekle sanırım bu durumu açıklayabilirim.Normalde,yaşadığımız ortamda saniyede 15 milyon Bit'lik olay gerçekleşirken insan beyni bunun sadece 15 Bitini algılıyor.Evet yanlış duymadınız "Milyonda bir" Bu da demek oluyorki hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır."

Şimdi bu sorun için hali hazırda var olan ve insanların ön yargılarını kırmaları için önemli bir fırsat olan "Yaşayan Kütüphane" projesine değinmek istiyorum.
Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.A.Einstein
Y
Yaşayan kütüphane normal bir kütüphane gibi çalışıyor ve  diğer kütüphanelerden farkı ise kitaplarınının bir takım etnik,kültürel,dini,mesleki,sağlık,cinsel kimlik gibi özellikleri nedeniyle etrafındakiler tarafından önyargılara maruz kalan kişilerden oluşuyor.


Bu projeye  son 2 yıldır katılan biri olarak şunu  diyebilirim ki "önyargılarını kırmanız için ya da kıramıyorsanız bile kafanızda var olan duvar gibi örülü önyargılarınızı yıkmak için vurabileceğiniz ilk balyoz darbesi olabilir." Eğer siz de bu projeye okuyucu olarak katılmak isterseniz: http://www.ifistanbul.com/tr/if-etkinlikler/etkinlik-detay.asp?id=8  bu linkten detaylara bakabilirsiniz.Aynı zamanda sadece kitap okumak yerine bu projede yer almak istiyosanız:

Varolan önyargılarınızın yıkılması dileğiyle..


12 Şubat 2012 Pazar

Gönüllü müsünüz?

Gönüllülük nedir? Sivil toplum kuruluşlarıyla tanıştığımda yöneltilen ilk soruydu.Cevabım:"Çevremizdeki insanlara  hiçbir çıkar gözetmeksizin katkıda bulunmaktır." olmuştu.Ve bu soruyla hayatım tamamen değişmese de hayata farklı pencerelerden bakmamı sağladı.Bir soruyla bu konunun ülkemizdeki algılanış biçimine değinmek lazım.

Neden gönüllü olmaktan korkuyoruz?Neden korkuyoruz cevabını vermek için korkunun nerden geldiğini bilmek gerekir.çünkü insan bilmediği şeyden korkar.Emerson'un  "Korku,bilgisizlikten doğar." sözü durumu doğrular niteliktedir.Gönüllülüğü bir bebeğin emekleme aşamasından yürümek için ilk adımı atmasından korkmasına benzetirim.Çünkü bebek emeklemeye alışmıştır ve yürümek uzak gelir.Bilirsiniz ki alışkanlık uzun süre tekrar edildiği takdirde bırakılması zor davranış haline gelir.Ve bebek  ne zamanki  ilk adımı atar  o zaman onu durdurabilmek imkansızdır.İşte gönüllülükte böyledir;küçük çapta projelere dahil olarak başlarsınız ve  belli bir süre sonra ise kendi projenizi gerçekleştirmek için kolları sıvarsınız.Öte yandan gönüllü olarak sadece etrafınızdaki insanlara katkıda bulunmakla kalmıyorsunuz ve kendi kişisel gelişiminize de katkı buluyorsunuz.Mesela gönüllü olduktan sonra varolan  önyargılarınızı o insanlarla yaşayarak kırıyorsunuz ya da sabretmeyi,anlayış göstermeyi  yaşayarak öğreniyorsunuz ve çevrenizle olan entegrasyon sürecinizin hızlanmasında önemli rol oynar

Sonuç olarak gönüllülük fedakarlıktır.İnsanın boş zamanlarını değerlendirmek için yaptığı faliyet olmaktan daha çok sosyal sorumluluk bilincinin gereği olarak bunu yaşamının bir parçası haline getirmesi gönüllülüğü daha anlamlı kılacağını düşünüyorum.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Karalama defterine ilk nefes..

İnsanoğlu fazlasıyla garip ve sanırım  aynı zamanda yetinmeyi bilmeyen bir yapıya sahip.Çünkü ne yaparsan yap her zaman bir bahane bulur.Ya eksik yapmışındır bir şeyi ya istediği gibi değildir ya da sırf  kendi de nedeni bilmediği halde herşey tam olsa bile bir eksiklik hisseder ve hem kendisini hem karşısındakini yorar.Be yetinmeyi bilmeyen varlık:Sana azla yetin demiyorum sadece  ne istediğini bil ve bazen mutlu olduğunda "çok güldüm başıma bir şey gelecek" mantığından sıyrıl.


malum havalar soğudu ve içimiz üşürken
 demiş ki Nazım;

                  hava puslu, soğuk 

kırlar koyu, kırmızı 
saman sarısı, ölü yeşil 
kış gelmek üzere oysaki gönül 
kışa girmeye hazır değil