23 Mayıs 2012 Çarşamba

Bilgi ve Bilinç

Bilgi ve bilinç; bakıldığında  benzer şeyler gibi bir çağrışım yaratabilir ama bu iki kelime birbirinin ikamesi değil aksine tamamlayıcısı bir yapıya sahiptir.Bilgi ve bilinç demişken bakalım TDK ne demiş: Bilinç: Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci,şuur Bilgi İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü,bili, malumat. Peki bu ikisi arasında bağlantı nerede başlıyor  ve nerede ayrılıyor?

İlk olarak bir şeye ulaşmak için ne aradığını ve nasıl arayacağını bilmek gerekir.Yani  neyi, nerede niçin arıyorum sorusuna cevap bulmak şart. Örnek verecek olursak, gerek lisede matematik formülleri gerekse  üniversitede sorunun çıkacağı yerleri okuyup sadece bilgilere odaklanıyoruz  ve  onu alıp, asıl olan genel çerçeveye bakmıyoruz ya da bakamıyoruz..Yani kendi kendimizi önce olmayan bir hapishaneye atıyoruz sonrasında özgürlüğe sonuna kadar açık olan hücre kapısından çıkıp gitmek kavuşmak yerine,o  hücrenin özgürlüğün imkansız olduğu küçücük penceresinin arkasında arıyoruz.

İşte burada bilgi ve bilincin farkı ortaya çıkıyor.Çünkü önümüze sorgulamadan sunulan bilgiler bize ne olursa olsun özgürlüğün o küçük pencerenin arkasında olduğunu öğretmiştir.Oysa mesele, özgürlüğün bilincinde olunması durumunda ; önce çözümü bilgide aramak yerine önce  bilgileri rasyonalitenin süzgecinden geçirip, sonra her birini puzzle parçası gibi birleştirerek özgürlüğe kavuşmanın göründüğü kadar zor olmadığını keşfetmekte yatıyor.

Sonuç  olarak, bilgilere körü körüne bağlanıp salt doğru zannederek saçma sapan herşeyi doğru kabul etmek yerine  bütün mesele bilgiyi kullanmanın farkındalığını keşfetmekte yatıyor.Bilginin  bilince ulaşma yolunda bir araç olduğunu ve yine işin kişinin kendinin farkında olmasında bittiğini dile getiren Montaigne'nin: "Başkalarının bilgisiyle bilgin olsak bile, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz." sözü  herşeyi açıklar niteliktedir. 

19 Nisan 2012 Perşembe

Bir elinde ney bir elinde kadeh olan adam: Neyzen Tevfik

                     
"Kadiköy'de Aksarayli Hamdinin gazinosunda bir yandan demlenir,bir yandan ney çalarken,yanina bir boyaci çocuk yanasir.
--amca,boyayim mi?
neyzen yerinde kalkar,para çikarip çocuga verdikten sonra yere sirtüstü uzanir:
--gel,yüzümü boya.
yüzü boyaninca,Kadiköy'deki baska bir meyhaneye,papazin bagi'na gider.papazin bagini mekan tutmus olan Ahmet Rasim,onu görünce:
--ne bu hal neyzen?kusdili tiyatrosunda "arabin intikami'nimi oynadin?
neyzen güler:
--merhamet insanin yüzünü bazen kara çikarir.
boyaciya acidigini söyleyip olayi anlattiktan sonra ekler:
--kainata bir de bu heybette görüneyim,dedim.allah'a sükür ki böyle bir yüz karam oldu.ya çikmazina boyansaydim???""  demiş Neyzen Tevfik.Peki kimdir bu zatı muhterem?

Ney, mey ve şiirdir neyzen'in hayatının özeti..ünlü hiciv ve ney ustası toplumsal kuralları hiçe sayan yaşam tarzı ve sınır tanımaz hicivleriyle söz ettirir kendinden.Ve genelde sarhoş ve kızgın olurmuş.paraya pula, kılığa kıyafete değer vermeyen tavrı, dürüst ve vatansever yapısı, gözünü budaktan sakınmayan kişiliğiyle harabat âlemlerinden, akıl hastanerinin kasvet dolu odalarına, muhteşem dekorlu saray koridorlarına kadar sevilmiş ve sayılmıştır neyzen

Öte yandan Neyzen Tevfik genellikle toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürmüştür.Sazını bir geçim kapısı haline geçirmemek için direnmiş, yalnızca içinden geldiği zaman ney üflemiştir.Neyzenliğini geliştirmek kaygısı duymamış, sanat değeri kalıcı bir müzikçi olmak için uğraşmamıştır.

Peki neyzen'i neyzen yapan nedir diye soracak olursanız davranışları ve kelamlarıyla yarattığı çelişkidir.Alkolü su gibi içen bir adamın aynı zamanda maneviyatın sembollerinden olan neyi üflemesi çelişkilerin başında gelmiştir.İşin özü kendisinde dediği gibi:

                                 Ne ararsın Allah ile aramda!...
                                 Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
                                 Hakikaten gözün yoksa haramda
                                 Başı açığa niye türban sorarsın?

                                 Rakı, şarap içiyorsam sana ne.
                                 Yoksa sana bir zararım, içerim.  
                                 İkimiz de gelsek kildan köprüye,
                                 Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim            

13 Mart 2012 Salı

Öyle bir giderim ki; kaybedeceğim hiçbir şey olmaz-SUNAY AKIN



Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet!Yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama yinede susarım,tükenirim.
Buna izin de veririm aslında.Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye  "GİT" de demem, diyemem
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen ,o kadar değer veririm ki,Hergün yaptıklarından utansın diye.
Ama bir gün öyle giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!


SUNAY AKIN

3 Mart 2012 Cumartesi

Kadın;yine kadın,yine kadın(!)...

İzmir için yavaştan valizimi hazırlarken  reklamlarda birden kadınlar gününe özel indirim reklamını gördüm ve "8  Mart Dünya Kadınlar Günü" haftasında olduğumuzu farkettim.Önümüzdeki hafta İzmir gibi güzel bir şehre kavuşmanın sevinciyle pek bilgisayar başında olamayacağım için öncesinden "8 Mart Dünya Kadınlar Günü" hakkında birşeyler karalamak istedim.

Bir önceki "Eşitlik arayışı mı? Egemenlik kurma çabası mı?" adlı yazımda bazı feministliği başka yerlerinden anlayanlara sitemim olmuş ve bu yolda erkeklerin desteğini almanın bu eşitliği yakalama çabasında önemli bir role sahip olduğunu belirtmiştim.Bakalım 8 Mart neyin nesiymiş,kim bulmuş ve pek tabiki ülkemizdeki algılanış ve uygulanış biçimine değinelim.


Birleşmiş Milletler tarafından 1977 yılında ilan edilen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün geçmişi eskilere dayanıyor.Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı  8 Mart 1857 yılında ABD'nin NewYork kentinde başladı.Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan 40 bin işçi insanlık dışı çalışma koşullarına ve düşük ücrete karşı başlattığı grev,polisin saldırısıyla çıkan yangında 129 işçi can verdi. 1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde toplanan 2.Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında,Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin bu yangında yaşamında yitiren 129 kadın işçi anısına 8 Mart gününün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi ve kabul edildi.Bunun gibi tarihten birçok anektod sıralayabiliriz.

Kadının toplumdaki yeri yıllarca tartışıla gelmiştir.Her millet kadınına ayrı değerler yüklemiştir.Atatürk:"Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine teknik olarak imkan ve bilimsel olarak ihtimal yoktur." demiş demesine ama biz ne kadar bunu hayatımızın içine sindirerek  uyguluyoruz orası muallakta henüz.Çünkü en basiti biz hep kadına seçme seçilme hakkını birçok batılı ülkelerden önce verdiğimizi söyler bununla övünürüz.Peki bakalım istatistikler ne diyor: Dünya kadın kotası,kadının siyasette temsil konusunda Afrika ülkesi olan Ruanda'da kadın parlamenter oranı yüzde 56,3,İsveç'te yüzde 45, Güney Afrika'da yüzde 44,5,Küba'da yüzde 43,2, Avrupa parlamentları ortalaması ise yüzde 35,2.Türkiye ise, yüzde 9'luk oranla Avrupa'nın ve birçok ülkenin gerisinde yer alıyor.Bunu destekler nitelikte olan bir veri ise; Kadınların milletvekili seçimlerine katıldığı 1935'ten bu yana, TBMM'ye 8 bin 794 erkeğe karşılık sadece 236 kadın milletvekili girebildi. Türkiye 72 yıl önce parlamentoda kadın temsilinde dünya ikincisiyken, bugün dünya ve AB sıralamasında sonuncu ülkeler arasında yer alıyor.Sonuç olarak anlayacağımız şu ki kadın-erkek eşitliğinde sınıfta kalıyoruz
Bugün milletvekillerinden tutun pek çok kamu kurumu,yerel yönetimler,ilgili STK'lar,medya ve özel sektörün  organları tarafından kutlalanacak olan bu günde hala 1 milyon 404 bin 307 kadın okuma yazma bilmiyor ya  dedesi  yaşındaki insanla evlendiriliyor,ya töreye kurban gidiyor ya da taciz veya tecavüze uğruyor diye örneklerin ucunu alamazken biz hala böyle bir günü kutlayabiliyoruz.Ne yaman çelişki be arkadaş!




Çelişki demişken yazıma başlarken  reklamlarda kadınlar gününe özel indirimi gördüğümden bahsetmiştim.Bu konu ise başlı başına trajikomik..
Ne kadar masum hem %20 indirim hem  kadınlar gününüzü kutluyor.Tüketici toplumun gözünü seveyim.Yeter ki özel gün olmasın; sevgililer günü,anneler günü,yılbaşı,kadınlar günü.. Demek istediğim şu ki ülkemizdeki kadınlar günü anlayışı bazılarının cebini doldurmaktan öte gitmekle kalmayıp;tecavüze,cinayete uğrayan,okuma yazma bilmeyen kadınların yarasına derman olup dile getirmekle uzaktan yakından alakası olmadığını 9 mart sabahı hep beraber göreceğiz.9 Mart sabahı ne mi olacak? Kadınlar(parası olanlar) 2-3 aylık kozmetik,aksesuar ihtiyaclarını giderip önümüzdeki 8 Mart'ı beklemeye devam edecek.Kadın hakları 8 Mart'ta sür manşet olacak belki bütün gazetelerde ama ertesi gün yine 3.sayfa haberinde  tecavüze uğrayan,öldürülen kadın haberine devam edilecek.

Sözün özü;"kadın haklarını kadın hakkı olarak değil "insan hakkı" olarak görmedikçe biz ne kadar pozitif ayrımcılığı savunalım,ne kadar kadınlar eziliyor diyelim bir sonuca ulaşmayacaktır.Zaten kadınıyla erkeğiyle insan haklarına saygı gösterecek olursak başta pozitif ayrımcılık olmak üzere eşitsizliği giderici ayrıma gerek kalmayacaktır." diyerek bütün kadınların 'Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım." dedikten sonra özlediğim İzmir için son hazırlıkları yapmaya giderim.:))

1 Mart 2012 Perşembe

Nargile keyfi ve İstanbul

Tophane,Çorlulu Ali Paşa Medresesi,Ortaköy Kahvesi,Ağa Kapısı,Çamlıca Tepesi,Korcan/üsküdar...
İlk bakıldığında farklı semtlerde hatta farklı yakadaki bu mekanların ortak özelliği nedir diye  düşündüğünüzde sizin aklınıza çeşitli cevaplar gelebilir ama benim aklıma gelen ve geldikçe gitmeme neden olan tek şey;Araplar'ca "Şisa",İranlılar'ca "Kalyan" Farsça'da "Nargil" derken bizimkilerde bu muhtereme "Nargile" adı vermişler.

Osmanlılarda ise 16'ncı yüzyıldan beri nargileyi içine çekiyor
Osmanlılar demişken nargilenin nerden geldiğine nasıl bulunduğuna değinecek olursak;Hindistancevizi'nin dışındaki tütün benzeri tabakayı yakan  ve cevizin içine soktuğu kamışla keyif yapan Hintlilerden günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.Nargilenin tarihini anlatmışken ama nargilenin "Rüle,Ser,Marpuç,Sipsi,Şişe den oluştuğunu da söylemek gerekir..Nargilenin tütün koyulan kısmına Rüle; uzun gövdesine Ser;dumanı filtre eden ve suyun içinde bulunduğu bölme Şişe;dumanı şişeden alıp ağza ulaştıran hortuma Marpuç denir.

"-Bu meret zamansızların işi.." tabiri nargile için söylenmiş.Nedeni ise nargilenin sigara gibi hemen içilip bitecek bir iş olmadığı için;önce açayım derken sonra tadına varayım demeniz 1-2 saatinizi alır ve yanında sohbeti de cabası.Keyif dedik sohbet dedik ama keyfi de sohbeti de tatlandıran birşey de mekanlardır.Hele ki İstanbul gibi eşi benzeri olmayan bir şehirde yaşıyorsanız değmeyin keyfinize.Şimdi biraz da gitmekten haz aldığım ve gelen misafirlerimi de  götürdüğüm mekanlardan bahsetmek istiyorum

Çamlıca Tepesi
Çamlıca Tepesi:Sanırım Yahya Kemal'in "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul" şiirini hakeden yerlerden birisi de Çamlıca tepesidir.Gerek Asya yakasından Avrupa yakasının güzelliğine şahit olmanıza gerekse de şehrin gürültüsünden uzak nargilenizi içerek  kafanızı dinleyebileceğiniz mekanlara sahiptir.Bana soracak olursanız "Desde Cafe" seçimi gayet isabetli olur.Bugün yazımda göstereceğim mekanları puanlama  yapacak olursam 5 üzerinden  5 verebilirim.


Ağa Kapısı
Ağa Kapısı:Nargilenizi içerken solunda Haliç ve Galata kulesi,karşısında Eminonü  ve Boğaz köprüsü,sağında ise kadıkoy,üsküdar ve tarihi yarım adayı görmesi nargile keyfini eşsiz hale getiriyor.Çamlıca tepesinden sonra 2. yerim olduğu için buraya 5 üzerinden her ne kadar haksızlık ettiğimi düşünsem de 4.5 verebileceğim bir mekandır.Gitmek isteyenler için adres:Nazır İzzet Efendi Sokak No:11 Fetva Yokuşu Süleymaniye Eminönü



Ortaköy Kahvesi
 Ortaköy Kahvesi:Hem İstanbul'un içinde olayım hem keyfimden ödün vermeyim diyorsanız nargilenizi; önünde Esma Sultan yalısı ve  Boğaz manzarası karşısında keyifle içebilirsiniz.Favori ilk 3 mekanımdan 3. sıra 5 üzerinden 4 puanla Ortaköy Kahvesi'dir.

Çorlulu Ali Paşa Medresesi
Çorlulu Ali Paşa Medresesi:Diğer dört mekanın aksine manzarasından çok tarihi havası ile Osmanlı havasını hissedebileceğiniz ve aynı zamanda etraftaki nargilelerin kokusuyla daha  mekana girmeden kokusuyla sizi mestediyor.Mekan olarak "Erenler Nargile"nin nargilesini tavsiye ederim. Puanlamayı tarihi olarak yapsaydım ilk sırayı bu mekan alırdı.


TOPHANE
Tophane:Eskisi gibi popülaritesi kalmadı ve sanırım son yıllarda sadece adından  dolayı  daha çok rağbet ediliyor.Eğer ki yolunuz düştüyse tavsiye edeceğim yer "Osmanlı Nargile"dir.5 üzerinden 3,5 ile hakkını yemek istemiyorum.
Korcan /Üsküdar
Korcan:Bu yazımı bitirip paylaştıktan sonra Özgür kardeşimin "sen nasıl korcan'ı oraya koymazsın."uyarısından sonra hatamı farkettim ve benim için ayrı anlamı olan ve  nargilecilerin kralı olan Ferdi abi'nin samimi sohbetleriyle Kız kulesine karşı  Üsküdar'ın en iyi nargile yapan yerine uğramanızı şiddetle tavsiye ederim.Puanlama olarak oradaki dostlarımla ettiğim muhabbetlerin ve ferdi abinin hatrına 5 üzerinden 10 veriyorum.(5 üzerinden 10 nasıl oluyor demeyin,gidin ve görün;)))

Sonuç olarak bugün hayatımda önemli yeri olan ve dostlarımla sohbet ederken keyfımin katlanmasına neden olan nargileye ve gittiğim mekanlara değindim.Ama asıl olan şu ki:"Mekan bir yere kadar önemlidir.Önemli olan etrafında derdini ve mutluluğunu paylaşıp iki lafın belini kırabileceğiniz güzel insanların olduğu her mekan güzeldir." 
Gülümseten bir anekdot:Bu arada nargile ile ilgili olarak  yaklaşık 5-6 aydır içtiğim sipsileri şu an yarısı dolu olan bir şişenin içine attığım ve başlama amacı çok farklı olan ama sonrasında farklı bir hal alan sipsi koleksiyonu yapıyorum.Amaç derken yanlış anlaşılmasın pul koleksiyonu mantığında başlayan bir şey değil:)Ayrıca ne kadar zehirlendiğinizi görmeniz açısından da faydalı bir koleksiyon bu.:)



28 Şubat 2012 Salı

              RÜCU

Sen benim gözümde bir rivayettin
İlk değil alçağı yüksek görüşüm
Sanma ki sen bana ihanet ettin
O senin aslına rücu edişin 

Gün olur kediye düldül derim ben
Gün olur baykuşa bülbül derim ben
Tedirgin etse de gerçek ötüşün
O senin aslına rücu edişin 

Caymadım cüceyi yüce görmekten
Caymadım cahile cüret vermekten
Gözümden düşse de hal ve gidişin 
O senin aslına rücu edişin 

İlk defa  vurmadım başımı taşa
Yana yakıla geldim bu yaşa
Sanma ki sen beni aldattın haşa
Çoktandır başladı bende bitişin
O senin aslına rücu edişin 

Kahrını çektiysem vardır bir neden
Sensin bu duyguyu bende üreten
Gübredir toprağı verimli eden
Kim kimi kullanmış şöyle düşün
O senin aslına rücu edişin 

Oyun bitti bu son perde son gala
Güçlü olsan başarırdın pekala
Aslan rolü yakışmıyor çakala
Bırak da kendine gelsin gidişin
O senin aslına rücu edişin 

Cemal Safi


26 Şubat 2012 Pazar

Eşitlik arayışı mı?Egemenlik kurma çabası mı?

"Masum değiliz hiçbirimiz." demiş Sezen Aksu.

Doğru da söylemiş.Hem erkek hem kadın,suçluyuz!O da yetmezmiş gibi birbirimizi suçlama yarışı dur durak bilmeden devam ediyor.Genelde suçlayan taraf  haklı gibi göründüğü için diğer tarafta altta kalmamak için o da suçlamaya başlar ve bu durum gittikçe kısır döngüye doğru yol alır.Bu olayın temel nedenlerinden birisi de kadın ve erkek arasındaki "mutlak eşitlik" anlayışıdır.


Bir şirketi batmasını garanti etmenin yolu,iki ortağa % 50 hisse vermektir.Burda sorun % 51 in kimde olduğu, kimin yönettiği değil ama bazı arkadaşlar bunu okurken ne demek istiyorsun yani %51 erkek %49 kadın mı olsun diye düşünme gereği duymasın diye özellikle %51 oranı  kadın da erkekte olabilir diyerek durumu izah edeyim.Dikkat çekmek istediğim nokta: bazen mutlak eşitlikte çözüm değil hele ki  konu birbirinin tamamlayıcısı olan "kadın-erkek" söz konusu olduğunda.
Sanırım her ilişkide 1 kerede olsa yaşanan bir durum:)
Eşitlik demişken feminizme değinmeden olmaz diye düşündüm.Fransızca kökenli bir kelime olan Feminizm nedir diye biraz karıştırdığımda sözlükleri "Feminizm, kadınların erkeklerin sahip oldukları bütün haklara sahip olmasını ve kadınların hukukta sosyal haklara erkeklere eşit sayılmasını hedefleyen bir düşünce sistemidir.(S.Hayri Bolay,Felsefi Doktrinler Sözlüğü,106)  Feminizm gerek Hristiyanlık ve Yahudilikte kadının erkeği baştan çıkaran şeytan olarak görmesi gerek Eski Roma ve Yunanlılarda ise  kadın erkek için bir zevk aracı gerekse de islamdan önce cahiliye döneminde kadının insan yerine konmaması bu akımın doğmasına yol açmıştır.Bu açıdan bakıldığında feminizm eşitsizliklerin otokontrolunu sağlıyor.Benim içime sinmeyen tarafa gelecek olursak:Bana göre feministler ikiye ayrılıyor.Bir taraf kadın erkek eşitliğini savunurken diğer taraf ise pozitif ayrımcılığın uygulanmasını istiyor.Kadına pozitif ayrımcılığı savunanlar,kadın merkezli bir toplumun daha da iyi bir insani toplum olacağını savunmaktadır.Ama durum göründüğü gibi değil ve bazı feministlerin kadın hakları talebi erkeğe egemen olmaya ve erkekleri ezmeye dönüşmüştür.İktidar olmak çok  tehlikeli bir şeydir çünkü asla doymak bilmezsiniz ve karşı tarafı ezdiğinizi gördükçe "yapmamalıyım" kelimesinin yerini "kesin hakediyordur." cümlesi alır ve hatayı hatayla kapatma yoluna başvurulur.Ve eşitlik için iktidara gelme havası hegemonyaya dönüşür ve eşitsizlik alır başını gider.
Yavaştan söyleyeceklerimi toparlayacak olursam;benim derdim görünürde eşitlik arama adı altında  kadın hakları yerine kendi egolarını tatmin edip egemenlik arayışındaki feministlerle,gerçek anlamda tanımına uygun  şekilde eşitsizliği gidermek için elinden geleni yapan feminist ayrımının farkına değinmekti.Sonuç olarak ise sayın feminist arkadaşlarım size ufak bir önerim: erkeklere düşman gözüyle bakmak yerine haklı olduğunuzu inandırarak,erkekleri yanınıza almaya çalışırsanız; en basiti kadın haklarıyla ilgili bir yürüyüşe katılan ve savunan erkeklerin sayısınında artması inanın daha çok dikkat çekecek ve amaca ulaşmada  etkili olacaktır.
(not:"For Colored Girls" kadınların yaşadığı zorlukları anlatan  bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.)

13 Şubat 2012 Pazartesi

Bir de rakı şişesinde balık olsam...

                        "Bir de rakı şişesinde balık olsam." Orhan Veli

Sanırım Orhan Veli'nin de dediği gibi bir kere aslan sütünün tadını alan o şişenin içinde balıkta olmak ister,kayık olup sonsuza doğru yol almakta...

Geçenlerde bir gazetede okuduğum ufak bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ahmet Rasim'in hikayesidir bu."Yeşilay Derneği'nin bir toplantısında konferansçı sorar,'sevgili dinleyicilerim bir eşeğin önüne bir kova su,bir kova rakı koysanız hangisini içer?' hemen biri cevap verir: 'tabii su.' cevabına yeniden sorar  'neden?'  ve o anda keyif ehli de orada imiş.İkinci cevabı o verir 'eşekliğinden!'.." Rakı masasına renk katan hikayelerden birisidir.

Rakının diğer sevdiğim yanı ise rakıda ayrım yoktur.Şarap iki farklı kesime hitap eder.Ya halk dilinde olan tabiriyle cebinde metalik olmayanlar "it öldüren" şarapları içer ya da fransız şarapları toplumun entellektüel  kesmini temsil eder.Rakı da ise böyle bir şey yoktur.Zengini,fakiri,büyüğü küçüğü aynı masada oturur; yeri gelir kahkahalar birbirine karışır yeri gelir aynı şarkıda farklı hikayeler nağmelere dönüşür.

Çiçek Pasajı


                                                                                    







İSTANBUL VE RAKI...
Bir çok şairin dediği gibi rakı, güneş battıktan sonra içilir.İstanbul ve Rakı denince akla Çiçek pasajı gelir.Ayrı bir havası ve ağırlığı vardır.Burada uzun uzun orayı anlatmayacağım size olaki yolunuz düşerde uğrarsanız İstanbul'a;Çiçek pasajında şişeyi devirmeye beklerim.

Madem rakı ile açtık rakıyı,yine rakı ile kapanışı yapalım.


Kırılası Önyargılar...

Sanırım dünyada kırılması  en zor şey ne deseler "önyargılar" cevabım ilk üçte yer alır.Kırmak zordur çünkü elle tutulur bir şey değildir ki vurup kırasınız.İşin en kötü yanı ise çok sinsidir ve  bir olguyla karşılaşmadıkça da varlığını hiç belli etmez.Peki önyargısız insan var mıdır?

İlk olarak önyargı olayını herkesin az ya da çok yaşadığını  düşünüyorum en azından hayatımda hiçbir olaya karşı önyargı beslemeyen birine denk gelmedim diyerek istisnaları aradan çıkartayım.Geçen günlerde okuduğum bir yazıdakı  örnekle sanırım bu durumu açıklayabilirim.Normalde,yaşadığımız ortamda saniyede 15 milyon Bit'lik olay gerçekleşirken insan beyni bunun sadece 15 Bitini algılıyor.Evet yanlış duymadınız "Milyonda bir" Bu da demek oluyorki hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığıdır."

Şimdi bu sorun için hali hazırda var olan ve insanların ön yargılarını kırmaları için önemli bir fırsat olan "Yaşayan Kütüphane" projesine değinmek istiyorum.
Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.A.Einstein
Y
Yaşayan kütüphane normal bir kütüphane gibi çalışıyor ve  diğer kütüphanelerden farkı ise kitaplarınının bir takım etnik,kültürel,dini,mesleki,sağlık,cinsel kimlik gibi özellikleri nedeniyle etrafındakiler tarafından önyargılara maruz kalan kişilerden oluşuyor.


Bu projeye  son 2 yıldır katılan biri olarak şunu  diyebilirim ki "önyargılarını kırmanız için ya da kıramıyorsanız bile kafanızda var olan duvar gibi örülü önyargılarınızı yıkmak için vurabileceğiniz ilk balyoz darbesi olabilir." Eğer siz de bu projeye okuyucu olarak katılmak isterseniz: http://www.ifistanbul.com/tr/if-etkinlikler/etkinlik-detay.asp?id=8  bu linkten detaylara bakabilirsiniz.Aynı zamanda sadece kitap okumak yerine bu projede yer almak istiyosanız:

Varolan önyargılarınızın yıkılması dileğiyle..


12 Şubat 2012 Pazar

Gönüllü müsünüz?

Gönüllülük nedir? Sivil toplum kuruluşlarıyla tanıştığımda yöneltilen ilk soruydu.Cevabım:"Çevremizdeki insanlara  hiçbir çıkar gözetmeksizin katkıda bulunmaktır." olmuştu.Ve bu soruyla hayatım tamamen değişmese de hayata farklı pencerelerden bakmamı sağladı.Bir soruyla bu konunun ülkemizdeki algılanış biçimine değinmek lazım.

Neden gönüllü olmaktan korkuyoruz?Neden korkuyoruz cevabını vermek için korkunun nerden geldiğini bilmek gerekir.çünkü insan bilmediği şeyden korkar.Emerson'un  "Korku,bilgisizlikten doğar." sözü durumu doğrular niteliktedir.Gönüllülüğü bir bebeğin emekleme aşamasından yürümek için ilk adımı atmasından korkmasına benzetirim.Çünkü bebek emeklemeye alışmıştır ve yürümek uzak gelir.Bilirsiniz ki alışkanlık uzun süre tekrar edildiği takdirde bırakılması zor davranış haline gelir.Ve bebek  ne zamanki  ilk adımı atar  o zaman onu durdurabilmek imkansızdır.İşte gönüllülükte böyledir;küçük çapta projelere dahil olarak başlarsınız ve  belli bir süre sonra ise kendi projenizi gerçekleştirmek için kolları sıvarsınız.Öte yandan gönüllü olarak sadece etrafınızdaki insanlara katkıda bulunmakla kalmıyorsunuz ve kendi kişisel gelişiminize de katkı buluyorsunuz.Mesela gönüllü olduktan sonra varolan  önyargılarınızı o insanlarla yaşayarak kırıyorsunuz ya da sabretmeyi,anlayış göstermeyi  yaşayarak öğreniyorsunuz ve çevrenizle olan entegrasyon sürecinizin hızlanmasında önemli rol oynar

Sonuç olarak gönüllülük fedakarlıktır.İnsanın boş zamanlarını değerlendirmek için yaptığı faliyet olmaktan daha çok sosyal sorumluluk bilincinin gereği olarak bunu yaşamının bir parçası haline getirmesi gönüllülüğü daha anlamlı kılacağını düşünüyorum.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Karalama defterine ilk nefes..

İnsanoğlu fazlasıyla garip ve sanırım  aynı zamanda yetinmeyi bilmeyen bir yapıya sahip.Çünkü ne yaparsan yap her zaman bir bahane bulur.Ya eksik yapmışındır bir şeyi ya istediği gibi değildir ya da sırf  kendi de nedeni bilmediği halde herşey tam olsa bile bir eksiklik hisseder ve hem kendisini hem karşısındakini yorar.Be yetinmeyi bilmeyen varlık:Sana azla yetin demiyorum sadece  ne istediğini bil ve bazen mutlu olduğunda "çok güldüm başıma bir şey gelecek" mantığından sıyrıl.


malum havalar soğudu ve içimiz üşürken
 demiş ki Nazım;

                  hava puslu, soğuk 

kırlar koyu, kırmızı 
saman sarısı, ölü yeşil 
kış gelmek üzere oysaki gönül 
kışa girmeye hazır değil